MOĞOLİSTAN Kavuşması..

Bu kez bir ülkede,  ülke vatandaşı Ankhaa tarafından karşılanıyorum.. Ne mutluluk.. Ulan Batur (Kızıl Kahraman) Cengiz Han Havalimanı çıkışında bekliyor. Moğol doktor arkadaşımın arkadaşı.. Türkiye bursu ile Türkiye’de eğitim almış, oldukça iyi Türkçe konuşan sıcakkanlı insanlar. Misafirperver ve samimiler, doğallar. Onlar için de heyecan verici olmalı ki akşam Büyükelçilikte çalışan bir kişi, bir  polis ve rehber Jakhuu  ile Ankhaa organizasyonu sayesinde toplanıyoruz. Onlar bana ben onlara soruyorum.

Günde bir uçak var Ölgi’ye.. Bayan Öllgi, zengin beşik demekmiş. Yaklaşık iki saat. Kavuşuyorum Moğolistan’da… Altı gün birlikte yol alacağımız Bisakhan da gelmiş beni karşılamaya.  Moğolistan Altaylarına gidiyoruz.

Market alışverişini Jeepe yükledikten sonra yoldayız. Uçaktan gördüğüm toprak yollarda, gittikçe genişleyen bozkırda ve bozulan yolda Bisakhan dikkatlice sürüyor. Yaklaşık 5 saat sonra, Tsengel’de rehberimiz Elk telefon sinyalinin artık sonlandığı haberini veriyor. Bir telefon kadar yakın değiliz artık. Hatta çok uzağız… Yolda Petrogliflerin olduğu kayalık bir alanda dolaşıp fotoğraf çekiyoruz. Güzel bir vadi, biraz daha aşağıda Karaayrık Vadisi..

Bu bölgede daha çok Kazak kökenli Moğollar var. Elk ve Bisakhan da onlardan. Tavan Bogd Base Camp’a yürümek için beş saat uzaklıkta, nehir kenarında bir aile Gerindeyiz. Biz de çadırımızı kurup yerleştik. Çadır yüksek, içinde ayakta durabiliyorum neredeyse... Çok istedim her sefer içinde yatabilmeyi ama nafile, çadır küçüktü. Bu kez hayalim gerçek oluyor, mutluyum.. Gün kararmadan nehir kenarına ve bu bölgeye özgü çift hörgüçlü develerin, yakların, keçilerin  arasında yürüyoruz. Biraz tepelere.. Yak yavruların emme saati. Onlardan önce ailenin kızları, yavrulara da bırakacak şekilde sütleri kaplara doldurdular. Kaynayan süt ve içine az çay katılarak yapılan içecek. Biraz hamur, kaymak, kefir gibi bir süt ürünü.. Sofra hazır.

Çocukların eğitimi ile ilgili sohbetler oluyor, İngilizce, Kazakça karışık. Tuvan halkındanmış aile. Kimdir onlar, yeni duyuyorum. Beş yüz hayvanlık sürünün sahibi babanın cildi sıcaktan, güneşten ve belli ki rüzgarın da etkisiyle kavrulmuş.

Çadırımızı ve yiyeceklerimizi deve sırtında, atlı bir adam (Horseman) kampa çıkaracak, biz de kendimizi... Elk bizimle geliyor, Bisakhan Ger’de. Birkaç haftadır yağış otların yeşermesine neden olmuş. Yürüyoruz, yer yer sürülerle, solda dağlar. Su ve atıştırmalık molası, karşıdan gelen tek tük atlı ya da deve sırtında turistler. Çadırları kurmuş Horseman. Kamp nehir kenarında, nehrin arkasında Glacier ve  4500 metrelerde, çok da yüksek olmayan dağlar. Çin arkasında, sağ taraf Rusya. Daha önce gelen kampçılar çadırları önünde güneşin keyfini sürüyor, ayakkabı, giysi kurutuyorlar. Akşama makarna var, etli.. Çadır kapısının tam karşısında Dolunay yükseliyor..

Erken hareket etmeli, bulutlu hava, rüzgar da var. Malchen tepesine yürümek için hazırlandık. Nehir boyunca yürüyoruz, bir yerde nehri kesiyoruz, çukur ve sonra tekrar tırmanıyoruz. Hava gittikçe soğuyor ve tek tük atıştırıyor. Dönüyorum kampa. Alman çocuk da benden on dakika sonra dönüyor. Bir kahve yapıp çadırda uyku tulumuna girip uzanıyorum. Taneler çadıra vuruyor, azalıyor sonra.. Kafamı dışarı uzatınca sakince yağan karla karşılaşıyorum.

Zor bu ülke, çetin.. Yaşam zor, Göçerlerin evi kamyonlarında, hayvanlarıyla kışa kadar yer değiştire değiştire dolaşıyorlar. Üç milyon nüfusun %65 i başkentte yaşarken, 700 bini Göçer.. Geri kalan da ufak kentlerde, köylerde..  Tarım yapmanın zor olduğu, kocaman marketlerdeki el arabası boyutundaki meyve reyonlarından belli. Lahana, patates, havuç sebze, Çin’den ithal meyve.. Hayvancılık geçim kaynakları. Etsiz bir yemek yaptırmak zor.

Güneyde Khoton Nuur (Göl) a giden yol kaya ve çukurlarla dolu. Zor yol alıyoruz. Offroad gidiyoruz, 30 km belki saatte. Göle yaklaştıkça çam ağaçları beliriyor. Kaldığımız Ger de çok sık olmasa da ağaçlık bir alanda. Dolunay daha da güzel.. Burada geceledikten sonra Khovd Nehri boyunca kuzeye doğru gidiyoruz. Kilometre az olsa da Ölgii’ye varamayacağız bu gece, yol kötü ve Bisakhan yoruldu. Tsengel’de kalıyoruz.

Hava Ulaanbatur’da da bozmuş, beklenen uçak dört saat gecikmeyle Ölgii havalimanına gelince biz de aynı süre gecikmeli olarak Başkentteyiz. Türkiye’nin iki katı genişlikte toprağa sahip ülkede trafik çilesini anlamak zor.. Sukhbaatar Meydadına 15-20 dakika yürüme mesafesinde, Gana’s Guesthouse’dayız. Bir haftalık Dağ, çadır, Ger gezisinden sonra yemek için  Bluefin’i seçmek doğru kararmış.!

1904-1908 yılları arasında tamamlanan, altı tapınaktan oluşan Budist kompleks Choijin Lama Temple şehrin ortasında, yüksek binaların arasında, duvarla çevrili bahçesiyle sakin bir ortam yaratıyor. Ahşap, renkli boyanmış ve tapınak içinde orijinal maskeler, figürler olan ilginç bir tapınak. National Museum of Mongolia (Moğolistan Milli Müzesi)  Antik dönemden, günümüze, ülkenin tarihiyle ilgili buluntuları ve objeleri barındıran bir müze. Moğol İmparatorluğu, Sovyet döneminden özgürlüğe geçiş, Demokrasi dönemlerini anlatıyor. Neşeli, ilginç bir müze var Ulan Batur'da, Puzzle Müzesi.. (Mongolian Interlocking Puzzles) Üç boyutlu Puzzlelar yapan Tumen Ulzii bu müzenin, koleksiyonun sahibi. Kendisiyle tesadüfen karşılaştık müzeyi gezerken. Zanabazar Fine Art Museum,  Gandantegchinlen Manastırı ve Winter Palace of Bogd Khan’ı gezmek için bir sonraki günü programlıyoruz.

Gobi’ye gitmeden önce Ulan Batur çevresinde bir hafta sonu geçirmek için, Türkiye’de eğitim görmüş, Türkçeyi güzel konuşan rehberimiz, arkadaşımız  Jakhuu sabah erkenden bizi alıyor. Güneye doğru, önce Erdenezuu  Manastırı’na gidiyoruz. 1585 yılında yapılan bu manastır 62 tapınağı barındırıyormuş. Tibet Budizm’inin yayılma noktası olan bu Manastır komünizm zamanında çok tahrip edilmiş. Şu anda duvarlarla çevrili ve içerisinde üç tapınak mevcut. İbadete açık değil, yalnızca müze olarak kullanılmakta ve  Orhun Kültürel Doğa Vadisi'nin Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil olan bölümünde yer almaktadır.

Orhun Yazıtları, Türklerin bilinen ilk alfabesi olan Orhun alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış yapıtlar. Okul yıllarının kitap bilgilerine Orhun Müzesinde dokunabilmek heyecanlandırıyor beni.. Bulundukları yerleri göstermek amacıyla da replikalarını dikmişler. 1889 yılında Moğolistan’da Orhun Vadisi'nde bulunmuş olan bu yazıtlar II. Göktürk Kağanlığı'na ait. Kül Tigin Yazıtı 732 yılında, Bilge Kağan Yazıtı 735 yılında yazılmışlar.

Tarihi bir bölgedeyiz. Gezdiğim iyi müzelerden biri Kharkhorin Müzesi.. Bölgeyi, kronolojik olarak oldukça iyi tanımlıyor.

Tüm yollar UB (Ulan Batur)a çıkıyor..  Cengiz Han Heykeli, geldik, yol aldık görelim öyleyse şeklinde yaklaştığımız turistik bir yerdi. 40 metrelik heykel, evet heybetli, bence o kadar.. Yol üzerinde Tonyukuk Anıtı’nı görerek tarih bilgimizle görsel eklentiler yapıyoruz.

Akşam Jakhuu'nun tatlı kızı Ema (kendine taktığı isim, benimki Mimi idi :) ve Jakhuu ile ülkeler, işler, çocuklar, geziler, hayatla ilgili bitmez sohbet eşliğinde veda yemeği yedik.

UlanBatur tamam artık, güneye Gobi’ye gitmek için Dalanzadgad’a dokuz saat otobüs yolculuğumuz var. Otobüsün yarısı dolu. Herkes ön sıralarda. Boş olan arka sıralara geçiş engeli var, koltuk arasına bir bez bağlamış.. Kirletmeyin arkayı !!diyor. Bozkırda yol alıyor otobüs. Coğrafyanın, haritanın içerisinde gider gibiyim, yerleşim görmüyorum. Gördüğüm sayıları çok hayvan sürüleri.. Yemek ve ihtiyaç molası insanın olduğu yerde zorunlu.

Bataar esprili konuşan, şakacı, genç bir Moğol. Üç gün iki gece beraberiz. Market alışverişi olmazsa olmazımız. Jeepe yükledik yoldayız. Yağmurların yeşillendirdiği tepeler karşımızda, Yolin Am Kanyon’dayız. Ortasından ince bir nehir akan bir kanyon. Kimi yerde nehir üzerindeki  taşlara kimi zaman suya!  basarak yürüyoruz. Bir bölümüne de  Eagle Valley’e (Kartal Vadisi) adı verilmiş, lakin gözlerimizin kartalla buluşamadığı vadide 2-3 saat yürüyüş sonrası konaklayacağımız  Gobi Gurvansaikhan Milli Parkı içerisindeyiz. En iyi korunmuş dinozor fosil yataklarına da sahip olan Gobi çölünün özellikle kızıl kayalar bölgesinin,  paleontologlar için önemli bir yer olduğu söyleniyor. Gobi Dünyanın beşinci büyük çölü.  Çakıllı düzlük araziler, kum tepeleri ve kayalıklardan oluşmakta. Kuru, boz toprağı renkleriyle şenlendirmiş çiçekler görmek  insanı şaşırtıyor.   Kongeryn Els kum tepelerine "Singing Sands"(şarkı söyleyen kum) da deniyormuş. Belki rüzgarından belki kıvrımlı uzanan hallerinden..   Kum tepelerine tırmanıyor, rüzgarla ince ince batan kum tanelerinden ürküyorum. Kayıp içlerinde kaybolacakmışım gibi.. Gözlüğüm uçup gidiyor.. Meraklı köpekleri çeken bir yanımız var, artık buna inandım.. Hele Gobi’de.! Takıldı ve bizimle o da eğlendi, sonra da evinin yolunu bilircesine ayrıldı yanımızdan. Tepelerden uzaklaşıp turistik olmayan bir yere gitmek isteyince Bataar bizi 1-1,5 saat uzakta bir Cliff’e götürüyor. Kırmızı kumun rüzgarla sıkışmış, kaya görüntüsüne geldiği bir yer. Kimse yok. Kum tepesinden aşağı inip bir saat çöldeki kısa ağaççıkların, kuru dalların arasından gördüğümüz Cliffe doğru gidiyoruz. Buna benzer daha heybetli Fleming Cliff’i de Bayanzog’a giderken göreceğiz.

Tüm yolların Ulan Batar’a çıktığı gibi benim yolum da sonunda İstanbul’a düşüyor. Vakit geldi, kavuşmak gibi ayrılmak da var.

 
Zeynep Erim
11.09.2018

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

TOP