St.Petersburg - Moskova

Bir haftalık Svaneti/Gürcistan seyahatinden döneli iki gün oldu. Batum’da başlayan kırıklık ve ateşle geçen bu iki üç günde hızlıca ayağa kalkmak için tam dinlenme, ilaç, vitamin, zencefil pompalamasıyla sabah erken saatte havalimanındayım.Gözler biraz içe kaçmış ama olsun. Epeydir hayalini kurduğum bu rotayı bir gayretle çıkartacağıma inanıyorum, toparlarım iki güne.

Saat farkı yok St.Petersburg ile. Dört saat sonra öğlen 12:00, havalimanına varıyoruz.

Rusya’da bu tarihlerde ambargolardan dolayı kredi kartı kullanamıyor ve USD bozduramıyorsunuz. Euro kabul ediyorlar.SSCB olarak tanıdığımız bu coğrafya 1991 yılında, Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov'un istifa etmesinin ardından, Sovyetler Birliği'ni oluşturan Cumhuriyetler bağımsızlıklarını kazanmışlardı. O ülkeler ayrılınca Rusya Federasyonu/Rusya, başkenti Moskova ile varlığını devam ettirdi.

En önemli iki şehrinden önce St.Petersburg’tayız.

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin romanları Suç ve Ceza, Budala, Ezilenler ve Beyaz Geceler’in geçtiği Sankt Peterburg… Rus Şair Aleksandr Puşkin’in deyimiyle “Avrupa’ya bir pencere açan”…

Açık hava müzesi görünümündeki mimarisinin arasında nehirler, kanallar ve köprüler, her yer edebiyat ve tarih. 1700 lü yıllardan bu yana, geniş bulvarlar çevresindeki yapıları ve bahçeleriyle,  Avrupa’nın en zarif ve görkemli şehirlerinden. Ben bu kadar modern ve bakımlı bir şehirle karşılaşacağımı düşünmemiştim. İnsanlar iyi giyimli, sağlıklı ve huzurlu görünüyor. Üstelik Ukrayna savaşı da devam ediyor bir yandan. Modern mağazalar, markalar, Nevski caddesinin sağında solunda, tarihi binalarda yer tutmuşlar.

Rus Çarı I.Petro ya da Büyük Petro tarafından, batıdan gelen İsveç saldırılarına karşı ülkeyi savunmak adına kurulmuş bu şehir. Neva Nehri deltasında kurulan şehir, aslında büyük bir bataklık alanın dönüştürülmesi, ıslah edilmesi projesi ile ortaya çıkıyor. Kent merkezindeki pek çok bina Amsterdam'da olduğu gibi çamur alanlara saplanmış direkler ve tahtalar ile kuvvetlendirilmiş temellere inşa edilmiş. Yüzlerce kanal açılarak, şehrin dört bir yanında dallanıp budaklanan nehirlerin yarattığı 42 adacık oluşturulmuş. Mimar Trezzini, Rossi, Rastrelli gibi ustaların imzasını taşıyan şehir ve mimari planlaması sonucu, St. Petersburg, 18. yy estetiğin yansıtan klasik ve barok stillerinin olağanüstü birleşimi ile, emsalsiz bir görünüm kazanmış. Ve 200 yıldan biraz daha uzun bir süre, Çarlık Başkenti olarak saltanat dönemi yaşamış.

1917’de gerçekleşen Rus İhtilalinin ardından, komünist lider Lenin, başkenti, özellikle Alman saldırılarından korumak için Moskova’ya taşımış ve Moskova o zamandan beri başkent olarak kalmış. 24 Ocak 1924'te Lenin'in ölümünden üç gün sonra da , St.Petersburg Lenin'in anısına Leningrad olarak adlandırılmış.

Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra ise nüfusun %54,86'lık açık çoğunluğu 6 Eylül 1991'de orijinal ismin, Sankt-Peterburg'un geri verilmesine karar vermiş.

Böyle tarihi ve görkemli şehirde kimi zaman aracımızla kimi zaman yürüyerek Kazan Katedrali, Belozersk Sarayı, Singer Binası, Aurora Sineması gibi yapıları gördük. Ardından nakış nakış işlenmiş bir simge, renkli soğan kubbeli çatılarıyla Kanlı Kilise’yi (Voskresenia Khristova Kilisesi) ziyaret ettik. Bu kilise, Çar 2.Alexandr’ın öldürüldüğü noktaya inşa edilmiş. Çevresi ve o bölge oldukça turistik. Ressamların, satıcıların, müzisyenlerin arasından yürüyoruz. Kilisenin içi muhteşem, olağanüstü… Duvarlarda ve tavanda ince mozaik resimler, İncil’den sahneler insanı çok etkiliyor. Kanal kenarında olduğundan temelinde zayıflamalar nedeniyle tehlike altında olduğu söyleniyor.

 

Attığımız her adımda 500 e yakın köprü, 42 ada üzerindeyiz. Kanallarda yaptığımız tekne turunda 1841-42'de inşa edilen ve 1906-08'de yeniden inşa edilen, heykellerle süslenmiş ünlü tarihi Anichkov Köprüsü’nün altından geçiyoruz. Rehberimiz nehrin iki yakasındaki yapıları, tarihi anlatıyor bir yandan da ikram edilen bölgesel ! atıştırmalıklarla damakları şenlendiriyoruz.

 

Ağustos ayı ama gölge yerler biraz serin. Kimi zaman içim titriyor, halen bir kırıklığım var. Otele dönüş ve dinlenme.

Otelin konumu çok iyi. Akşam çıkıp, ışıklı sokaklarda dolanmak, bir yerlerde bir şeyler içmek için uygun olduğu gibi benim gibi erkencilere de sabah keyfini yaşatıyor. Beyaz gecelerin sonundayız bu tarihte, karanlığa 21:30 da kavuşuyoruz.

 

Bugün Romanov Hanedanının “Kışlık Sarayı ve beraberindeki beş neoklasik yapıdan oluşan, dünyanın en büyük müzesi “Hermitage” günü. 1764 yılında Rusya İmparatoriçesi Büyük Katerina tarafından kurulmuş. İçerisinde 3,5 milyon parça eserin sergilendiği, köşklerin, ihtişamlı salonların içerisinden geçilen Sarayın girişi altın varaklarla bezeli merdivenle başlıyor. Müze ayrıca Dünyada en çok tabloya sahip müze özelliğini taşıyor. Koleksiyonda 13. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar Rus, Batı Avrupalı ve Doğulu sanatçıların eserleri yer almaktaymış.

Leonardo da Vinci, Rembrandt, Rubens, Francisco Goya, Paul Cezanne, Monet, Vincent van Gogh gibi Dünyaca ünlü sanatçıların çok değerleri eserlerinin karşısında durmak oldukça heyecan verici. İtalyan Rönesans tabloları, Fransız Empresyonist tabloları ve Mısır antik eserleri, müzenin her daim popüler sergileriymiş.

 

Müzenin baktığı Palaca Square, Kanlı Pazar ve Ekim Devrimi gibi olayların yaşandığı alan. Ortasında Aleksandr Sütunu. Hermitage, birkaç kez girilip dolaşılacak bir müze. Defalarca bakmak, görmek istiyor insan Leonardo ve diğer ustaların eserlerini. Epey zaman geçiyor bu alanda.

Petro ve Pavel Kalesi gezisi öncesi, tarihi Literary Cafe (Literatür Kafe) de mola, yorgunluğumuzu alıyor.

 

İsveç saldırılarına karşı 1703-1740 yılları arasında Domenico Trezzini'nin planları ile, Neva nehri ağzındaki Tavşan adası üzerinde inşa edilmiş Petro ve Pavel Kalesi, halen Tarihi Devlet Müzesi'nin merkezi ve ana kısmı olarak kullanılmaktaymış. Rus İç Savaşı sırasında Bolşevik hükûmeti tarafından da bir hapishane olarak kullanılan binalar UNESCO Dünya Miras Listesinde.

Sanıyorum Hermitage’da çıtayı çok yükseltince bu kale gezintisi fazla bir etki yaratmadı bende.

Stroganoff Steak House, günün son durağı.

Güneşli bir güne uyanmak keyifli. Ağustos ayı ama malum, kuzeydeyiz. Bu aylarda ortalama sıcaklığın gündüz 21-22, geceleri de 12-13 derece olduğu bir Coğrafya. Gece treniyle Moskova’ya yolculuk var bugün. Eşyalarımızı toparlayıp o şekilde ayrılıyoruz otelden.

 

Sankt-Peterburg şehrinin Petergof bölgesinde yer alan ve 18.yy başlarında I. Petro tarafından yaptırılan bir dizi saray ve bahçe kompleksinden oluşan Peterhof Sarayı, Rusya’nın Versay’ı olarak anılıyor. Heykellerle süslenmiş büyük kaskatlı çeşmesi muhteşem bir görüntü oluşturuyor. Merdivenlerden başlayan ve denize kadar devam eden kanalın her iki yanı çiçekler, fıskiyeli havuzlarla süslenmiş yemyeşil bir bahçe. Bu saray ve bahçe de St.Petersburg’daki diğer tarihi binalar gibi 2.Dünya Savaşı sırasında büyük yıkıma uğramış. Emek verilerek nakış işler gibi restorasyonlarla hem içi hem dışı ve bahçeleri eski görüntülerine kavuşturulmuş. Sarayın içerisini birlikte geziyor, çok sayıdaki altın varaklarla, resimlerle süslenmiş duvar ve tavanları başımız yukarıda seyrediyoruz. Mobilyalar, zemindeki ince işler, görkemli ve saraylara layık… Bahçede, havuz çevresinde fotoğraflarımızı da aldıktan sonra bahçede dolaşıyoruz. Işıltılardan gözlerim yorulmuş. Yeşille dinleniyor, Katerina Sarayı ziyaretine hazırlanıyorum.

 

Katerina ya da Çarlık Sarayı, dış cephesi mavi boyalı Rokoko ve Barok tarzı bir saray. Altın kaplama heykeller, sütunlar yerlerini almış. Oldukça ihtişamlı. Burası çarlık zamanında yazın kullanıldığından Yazlık Saray olarak da tanımlanıyor.

 

St.Petersburg’dan Moskova’ya gece treniyle ulaşma programı, bu seyahat için beni cezbeden en önemli ayrıntılardan biriydi. Tren yolculuğunu seviyorum, hem de yataklı bir tren, Red Arrow (Kızıl Ok)treni bizi 7-8 saatte Moskova’ya ulaştıracak. Kompartımanda yalnızım, atıştırmalıklarım, trenin yemek servisi, içecekler… Pencereye doğru yüzümü verip bir süre uzanarak boş boş bakıyorum. Bir güzel uyumuşum sarsıla sarsıla yol alırken. Sabah kahve eşliğinde gün doğumu, Moskova son nokta. Berlin’den aldığım küçük boy kahve termosumu trende unutmuşum. Neyse diyemeyeceğim, seviyordum çünkü o yol arkadaşımı.

 

Metroları ile ünlenmiş Moskova… Hangi metro duraklarında ineceğimizi rehberimiz söylüyor, bizler de farklı örnekler görebileceğimiz noktalarda iniyor, öyküleri dinliyor ve tekrar metroya binerek bir sonraki durağa gidiyoruz. Resim, heykel ve genelde sanat, edebiyat, bu ülkenin ve SSCB den ayrılan diğer ülkelerin yaşam kültürünün çok önemli bir parçası. Korunmuş, yıkılanlar restore edilmiş, dokuları bozulmamış. Tarihe, geçmişe bir saygı var, talan zihniyeti görmüyorum. Metro gezisi sonrası, Rus edebiyatı ve kültürünün gelişimine katkıda bulunan figürleri ağırlayan Arbat bölgesindeyiz.

19. ve 20. yüzyılların başında, küçük soyluların, sanatçıların ve akademisyenlerin yaşadığı bir yer olmuş. Günümüzde de çok sayıda tarihi bina ve sokakta yaşayan, çalışan sayısız sanatçı nedeniyle, Arbat önemli bir turistik mekan haline gelmiş. Cadde boyunca, arada sokak ve dükkanlara girip çıkarak turluyoruz Puşkin Kafe öncesi.

Bazı şehirlerde bazı mezarlıklar mutlaka görülmesi gerekenler listesinde yer alıyor. Novodevichy Mezarlığı da hem büyük ustamız Nazım Hikmet’i hem de Gogol ve Çehov gibi önemli edebiyatçıları kucakladığı için oldukça önemli. Birer kırmızı karanfille selam veriyor, şiirlerinden okuyoruz başucunda.

 

“Benim aklım fikrim sende,

senin gelişinde,

seni ne zaman göreceğimde,

seni nasıl göreceğimde,

beni görür görmez ne diyeceğinde.” Nazım Hikmet Ran

 

Konakladığımız oteller konforlu. Yemekler damak tadımıza uygun. Hangi geceydi hatırlamıyorum, SSCB den ayrılan Cumhuriyetlerin yerel danslarının sergilendiği, renkli hoş bir etkinliğimiz de oldu. Keyifliydi.

Başında kuşlarla Karl Marx heykeli, karşısında Bolşoy Tiyatrosu, Metropol Otel’de hızlıca kahve molası ardından adımlayarak sokakları, tarih boyunca idamlara, gösterilere, geçit törenlerine ve mitinglere sahne olan Kızıl Meydan’dayız.

 

Meydana çıkarken bana göre solda Kazan Katedrali, sağda kırmızı tuğlalı yapı Ulusal Tarih Müzesi. Geniş, taş döşeli bir meydan. 1924 yılında Vladimir Lenin için inşa edilen mozole 1930 yılında da tekrar granit mermerden yapılarak ziyarete açılmış. Onun da arkasında Kremlin.

 

Kremlin ve Kızıl Meydan 1990 yılında 13. Yy dan beri Rusya tarihiyle olan güçlü bağları nedeniyle UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne girmiş. Meydanın yine bir yanında şık kafe ve dükkanlarıyla, ilk AVM GUM alışveriş merkezi, az ileride Rusya ve Kızıl Meydan için, karakteristik soğan kubbeli, rengârenk ünlü Aziz Vasil Katedrali.

 

Meydana bakan bir kafede sevgili Gül ve Ülkü ile oturuyoruz. Gül ile Peru gezisinde yollarımız kesişmişti. Ülkü de çok değerli bir rehber ama burada yalnızca gezgin. Birlikte çok keyifli anlar paylaştık bu altı günde.

 

Kremlin "kale", "hisar", "şato" anlamlarına geliyormuş. Çoğu tarihi Rus kentlerinin merkezinde bulunan yapılar bütününe verilen admış. En tanınmışı da Moskova Kremlini. Kremlin Sarayı, devrim öncesinde Rus çarlarının ikametgâhıymış. Bugün Kremlin Sarayı, 2023'te Rusya Devlet Başkanı'nın resmi ikametgâhı haline gelmesiyle Rus hükümetinin merkezi olmaya devam etmekte. Kremlin kompleksi içerisinde çok sayıda önemli yapı var. Büyük Kremlin Sarayı, Terem Sarayı, Meryem’e Müjde Katedrali, Meryem’in Göğe Çıkışı Katedrali, Baş Melek Katedrali, Emanet Cübbe Kilisesi, Büyük İvan Çan Kulesi, Çar Çanı,  Silahhane Müzesi…

 

1.Petro'nun yeğeni İmparatoriçe Anna İvanovna tarafından yaptırılmış olan Çar Çanı, III. İvan Çan Kulesi ile Kremlin Duvarı arasında. Bronzdan yapılmış olan çan, tamamlandıktan sonra çıkan bir yangın sırasında çatlamış ve hiç çalınmamış. Çan, 201.924 kilogram ağırlığında, 6,14 metre yüksekliğinde, 6,6 metre çapında ve 61 santimetreye varan kalınlığıyla dünyanın en büyük çanı.

 

Puşkin Müzesi günümüz Moskova’sının en önemli müzelerinden biri. Müzede güzel sanatlar koleksiyonlarının dışında arkeoloji ve nümizmatik koleksiyonları da bulunmakta. II. Dünya Savaşı sonlarına doğru Kızıl Ordu'nun Bergama Müzesi'nden gasp ettiği ve Türkiye'den kaçırılmış oldukça önemli Troya Hazinesi (Truva) de maalesef müzedeki koleksiyonlara dahil, şimdilik…

Moskova’da son gün Uzayın Fethi Anıtı yanındayız. Oldukça sıcak ve güneşli bir gün. Sovyetler Birliği’nin uzay çalışmalarındaki başarısı anısına dikilen bu anıtın ana bölümü titanyum panellerle kaplı ve en üst kısmında roket figürü bulunuyor. Anıt 1964 yılında açılmış. Yüksekliği 107 metre.

 

Anıtın yakınında da uzay çalışmalarında önemli isimlerin heykelleri/büstleri yer alıyor. Uzaya çıkan ilk kadın Valentina Vladimirovna Tereşkova, uzaya çıkan ve uzay çağını başlatan Yuri Alekseyeviç Gagarin, uzayda ilk yürüyen Aleksey Arhipoviç Leonov bunlardan bazıları.

 

Uzay işleri böyle, gerçek hayat yerde.. İzmailovsky Pazarı’nda. Moskova’nın en büyük açık hava pazarı. İkinci el ürünler, hediyelikler, matruşkalar, geleneksel ürünler, ne ararsan 16.yy’da inşa edilmiş bir kale olan İzmailovo Kremlin içerisindeki Pazar yerinde. Votka Müzesi de bu kompleksin içerisinde küçük bir müze ama votka tarihi ile bilgi almak ve çok sayıda çeşit görmek mümkün. Çocuklar için oyun alanları, dönme dolap var. Pek çocuk yok bu sıcakta.

 

Pazarda az vakit geçirdim. Alışveriş yapmayı bilmiyor muyum, keyif mi almıyor muyum nedendir, bu işler kısa sürüyor bende. Bir şeyler atıştırıp votka müzesi yanındaki sıra dışı şeylerin sıra dışı müzesinde bisikletler ilgimi çekti. Her tür bisiklete bindim ya da yardımla binmeye çalıştım. Oldukça eğlenceli geçen saatlerin ardından ülkeye dönüş zamanı…

 

Zeynep Erim

20-25 Ağustos 2024

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

TOP