Sicilya

Mart sonu gitmiştim Sicilya’ya… Orada sokaklar sabun kokardı , şimdi burada mevsim, yalancı yaseminle ıhlamur…

Katanya’ya doğru alçalırken sağda halen aktif volkan, Etna. Havalimanları hep birbirine benzer. Bazıları daha görkemli, kimisi yürüyerek şehre 15 dakika, çekersin valizini sıcak altında.

Neyse, bagaj bekle, gruptakilerle tanış ve bizi karşılayan Lucia ile birlikte aracımızdayız.

Önce güneye, MÖ 734’te Sicilya Adası’nın doğu kıyısında Korintliler tarafından kurulmuş; İtalya’nın Antik Yunan şehri Sirakuza’ya doğru gidiyoruz. Gökyüzü güneşli, ılık. Yol boyu, bir yandan Arşimet’in suyun kaldırma kuvvetini bu şehirde bulmasının öyküsünü dinliyor, bir yandan camdan dışarı tipik Akdeniz coğrafyasını, İtalya dokusunu seyrediyorum. Bodrum gibi, burada da, çiçekleri mimozaya benzeyen Kıbrıs Akasyası çok yaygın, tam da mevsimi, doğa sapsarı.

 

Amfitiyatroları, kültürel zenginliği, Orta Çağ’dan kalma dar sokakları, masmavi denizi ile hoş bir şehir Sirakuza. Narenciye çiçeklerinin kokusu balık ağlarının kokusuna karışıyor gibi. Bir an Yeşilköy, çocukluğumun sahili.. Çok kalabalık olmasa da dolaşanlar hep turist, bu şehri almışlar programa. Sirakuza Katedrali, köprüyle geçiş yaptığımız küçük Ortigia adasında. Geniş bir meydanda oldukça görkemli. Barok tarzı yapıları, üç bin yıllık geçmişi ve Orta Çağ yapıları nedeniyle Sirakuza, 2005 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesine alınmış.

MÖ 6.yüzyıla tarihlenen, Sicilya’daki en eski  Yunan tapınağı Apollon Tapınağı 1693 depreminde yıkılmış, bulunduğu alanda tarih boyunca Bizanslılar tarafından kiliseye, camiye ve son olarak bir Norman kilisesine dönüştürülmüş. Şimdi de kalıntıları mevcut. Papirus bitkileri, çevresinde çiçekleriyle Arethusa Çeşmesi’nin yanından sahile doğru uzanıyor, güneşin içimizi ısıttığı cafelerde mola veriyoruz. San Flippo Apostole Kilisesi (1743 yılında inşa edilmiş katmanlı bir Katolik kilisesi. Önce Pagan tapınağı. Alt katlarında 2.Dünya Savaşı sığınakları ve bir mikvah (Yahudi ritüel hamamı) bulunuyor) dolaşıyor ve Katanya’ya dönüyoruz. Katanya, Etna’nın eteklerinde bulunan anlamına geliyormuş.

70 li 80 li yıllar mafyanın dönemi Sicilya’da, turist yokmuş, kanlı dönemmiş.  Şu anda ilk gelir kaynağı turizm, ikinci sırada tarım. Yüksek olmayan dağlar ve tepeler var, arada ovalar, bereketli topraklar, yemyeşil.  Bayrağında bile buğday başağı var Sicilya’nın. Narenciye ve özellikle zagara bianca diye bilinen limon çeşidi, ekili alanların %70 ini kaplıyormuş. Güneye doğru ve adanın orta bölgesinde üzüm bağları, şarapçılık yaygın. Midye, deniz ürünleri, badem, marzepan, antep fıstığı, torrone lokum sıkça karşımıza çıkıyor. Bizdeki fındıklı, fıstıklı koz helvası gibi ama biraz limonlu, portakallı sanki ve pek lezzetli.

Katanya çok uzak değil. Sirakuza’dan yaklaşık bir saat. Sant’Agata Katedrali Katanya’da ilk görülmesi gereken yapıt. Katedralin bazı bölümleri Etna Yanardağı'nın patlaması sonucu ortaya çıkan volkanik taşlardan inşa edilmiş. Barok tarzda. İçerisinde operacı Vincenzo Bellini'nin de mezarı var.  Piazza Duomo (meydan)ın tam ortasında yine barok tarzda inşa edilmiş ve Katanya'nın adeta sembolü haline gelmiş bir çeşme ve üzerinde bir dikili taş taşıyan fil heykeli bulunuyor “Fontana dell'Elefante” Bu filin geçmişte Katanya halkına bir savaşta yardımcı olduğu rivayet ediliyor, o nedenle de fil kutsal.  Efsaneler, mitler her yerde… Ursino Kalesini de dışarıdan gördükten sonra biraz da yorgun, otele dönüyoruz.

Sicilya demek İtalyan mutfağı demek. Otelde sabah mis gibi kahveyle güne başlayıp, şarap, makarna ve yöresel atıştırmalıklarla yatağa uzanmak demek. Rehberimiz Burak, İtalya’da yaşadığı için bize menü seçimlerinden kahve siparişlerindeki nüanslara kadar pek çok konuda yardımcı oluyor. “Pasta Alla Norma”, “Caffè corretto”  “Amaro del Capo” Amero markası iyidir,  Fernet biraz daha bitkisel, baharatlı.. Hepsi güzel lezzetler..

Bugün Etna günü. 1800 metrede Etna eteklerinde yürüyeceğiz. Araçla yükseldikçe biraz serinliyor, çok değil. Güneş var. Araçtan inince ayağımızın altında kurumuş lav kalıntılarının sıkışarak ses çıkarması kıvamında bir sesle kraterlerin bulunduğu alana gidiyoruz. Silvestri Kraterinin çevresinde yürüyerek fotoğraf çekiyorum. Ufak tefek hediyelikler ve kahve satışı var krater öncesi.

Savoca, günün ikinci durağı. Yönetmen Ford Coppola'nın  Godfather (Baba) filminin çekildiği yer. Carleone ailesinin ayak izlerini görmek için Bar Vitelli’de kahve içip Granita yiyeceğiz. Biraz sorbe gibi. Yerel halk bunu ekmek içinde yiyormuş. Herkes turist herhalde, göremedim ekmek içi granita yiyen…  Vitelli’nin duvarları Godfather filminden karelerle süslü ve arka fonda müziği.. Dönünce tekrar izlemek isteği doluyor içime.. Yukarı doğru yürüyorum, hedef 13.yy da yapılmış ve en son 1981 de restore edilmiş, filmde bazı sahnelerin çekildiği Chiesa di San Nicolò.

1990 öncesi Sicilya kurak, bakımsız bir ülke. 1800 lü yıllarda başlayan mafya teşkilatının ABD ne göçmesi ile uzaktan idare edilir. Mussolini zamanında gerileyen mafya örgütlenmesi 1950 sonrası tekrar aktifleşir. Ancak Temiz eller diye bilinen, mafya yapılanmasının çökertilmesi sürecinde önemli görev yapan savcı Falcone 1992 yılında bir suikastla öldürülür. O tarihten sonra Sicilya’da mafyanın etkisi azalmaya başlar. Tarım ve turizm canlanır.

Mafya muhabbeti yapıyoruz yol boyu, sağda lacivert Akdeniz. Erguvanlar çiçeklenmeye başlamış. Taormina tipik dar sokaklı küçük bir şehir. Tepede. Düğün turizmi için tercih edilen bir destinasyon. Alışveriş işi çok.

Otele yürüme mesafesinde barlar sokağı var. Beş kişi, tabak olarak masaya koyulan yağlı kağıtlarda, servis edilen şahane peynir ve soğuk etlere kırmızı şarabı katık ederek geceyi tamamlıyoruz.

Sicilya’nın ortasından kuzeybatıya otoyoldan gidiyoruz. Çok geniş olmasa da yeni yapılmış düzgün bir yol. Adanın kuzeyinde Cefalù, çamaşır asılı sokakları sabun kokan, 270 metre yükseklikteki La Rocca kayası eteklerinde kurulmuş, Tiran Denizi kıyısında bir balıkçı şehri.  Cefalù, tarihte Araplar, Yunanlar, Normanlar ve daha pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış o nedenle zengin bir kültür içerdiği  fark ediliyor ve UNESCO Dünya Mirası Alanları’ndan birisi. Sahip olduğu doğal güzelliğin yanında üzerinde bulundurduğu Diana Tapınağı kalıntıları, Cefalù’nun antik zamanlardan kalma kale harabeleri ve sur kalıntılarıyla tarihi bir değere de sahip. Diana Tapınağı kalıntıları ve bazı yerlerdeki çamaşırhaneler Latin mimarisinin nadide örnekleri iken Cefalù Katedrali, Norman mimarisini eşsiz bir biçimde yansıtmaktadır.

Sahilden kumsala inip yürüyorum. Denize giren birkaç kişi, kumsalda uzananlar. Bir mola verip deniz kenarında prosecco. Bugün çamaşır günü sanki, her evde dışarı asılı çarşaflar sokakları mis gibi sabun kokutmuş. İnsanlar sakin, hava da öyle durgun ve güneşli. Haritadan bulduğum ve yorumlarını okuyarak girdiğim restoranda oldukça uygun fiyata leziz deniz ürünleri.. Bizim buralarda çok para veririz bu tabaklara beyaz örtülü şık restoranlarda.

Buluşma yerimiz Katedral meydanı.

Palermo’ya 45 dakika kala bir süpermarkete uğruyoruz. Ufak tefek atıştırmalık ve içecekler yanımızda, oteldeyiz. İçeriden kilitlenmeyen bir otel odası. Dünyanın pek çok yerinde hostellerde, pansiyonlarda kaldım ama odası içeriden kilitlenmeyen bir odada ilk kez kalıyorum...Dışarıdan açmazlarmış, öyle dedi resepsiyon sorumlusu, rahatladım…

Palermo, Sicilya’nın başkenti. Burada Norman Sarayı’nı dolaşarak güne başlıyoruz. Norman Krallığı döneminden kalma (1130-1194) Palermo Katedrali,  İtalya'nın en büyüğü ve Avrupa'nın en büyüklerinden biri olan Teatro Massimo’yu  görüyor ve ardından balıkçılar çarşısında hareketli, renkli ve doğaçlama müzikli-danslı bir ortamda neşeleniyoruz.

Miles Davis Jazz Club, keyifli akşamın son durağı oluyor.

Erice yolu, şoförün bizlerle paylaştığı Sicilya şarkılarını dinleyerek geçiyor. Kentin ismini ERYX adındaki Elimili bir kahramandan aldığı söyleniyor. Neyse, tarih ve öyküler çok. Karışıyor çoğu zaman. Yola bakayım ben…  Zeytin ağaçları, okaliptus, üzüm bağları… Yemyeşil ekili alanlar, ara ara begonviller, güneş enerji panelleri ve rüzgar panelleri… Görsel kirlilik yapıyor bana göre ama çevre dostu diyoruz. Yükseliyoruz gitgide, 750 m rakımda olduğundan Trapani şehri, Cofano Dağı, Egadi takım adaları, Trapani Limanı ve çok geniş bir deniz manzarasını kapsayan büyük bir görüş alanına sahip Orta Çağ kasabası. Askeri amaçla kullanılmış bir dönem. Yine dar ve sakin sokaklar.

Ufak dükkanlar, bir dükkanda yavru kediler…

23 Mayıs 1992 günü savcı Falcone, eşi ve koruması uzaktan kumandalı bu bombanın patlatılmasıyla öldürülmüş. Bu olaydan 57 gün sonra ise, Falcone’nin çalışma arkadaşı ve mafyayla mücadelenin diğer sembol yargıcı Paolo Borsellino, eşi ve beş koruması, yine mafya tarafından öldürülmüş. Falcone–Borsellino Havaalanı yolunda onlar anısına dikilen sembol anıtın yanından geçiyoruz.

“Mafya, bir beşeri fenomendir ve her beşeri fenomen gibi başlangıç ve gelişme süreci vardır. Bu sebeple de, her fani gibi mafyanın da bir sonu olacaktır” demiş Falcone… Her şeyin sonunun olacağı gibi…

Zeynep Erim

Mayıs 2024

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

TOP